![]() |
Dar'ül Harp'te Faiz Ve Diğer Meseleler |
YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN DÂR-ÜL HARP VE FÂİZ MESELESİ
(Halk dilinde ve kolayca anlaşılır şekilde yazılmıştır.)
Dâr-ül Harp Ne Demektir ?
Müslüman olmayan bir devletin hakimiyeti altındaki topraklar için kullanılan fıkıh terimidir.
İslam siyasi hakimiyetinin sınırları dışında kalan, yönetim ve hukuk düzeni İslam esaslarına uymayan her ülke dâr’ül-harptir.
İslam hukukçuları, devletleri tarif ve tesbit ederken dünyayı iki kısma
ayırmışlar, devletin siyasi, iktisadi, idari ve hukuki düzeninin İslam
esaslarına dayandığı, yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin İslami
otoritenin elinde bulunduğu ülkelere darül islam, İslam düzeninin hakim
olmadığı ve bu yetkilerin müslüman otoritenin elinde bulunmadığı
ülkelere de darül harp adını vermişlerdir.
"Darü'l-harp"
terkibi her ne kadar ilk bakışta "kendisiyle darü’l-islam arasında savaş
halinin mevcut olduğu ülke" manasını ifade ediyorsa da İslam hukuku
kaynaklarında "darülislam dışındaki ülkeler" anlamında kullanılmıştır.
Bir ülkenin darül harp sayılması için, o an itibari ile illa bir darül
islam ülke ile harp halinde bulunması şart değildir.
Dar'ul Harb kavramı. Allah (c.ç.)'m inzal ettiği ahkamların/şeriatın
yerine başka ahkamların(yasaların) tatbik edildiği dardır/ülkedir.
yerine başka ahkamların(yasaların) tatbik edildiği dardır/ülkedir.
Ancak, Dar'ul Harb kavramı; Dar'ul Küfür, Dar'ul Cehalet.
Dar'us-şirk, Bilad-ı Sirk, Bilad-ı Küfür, Daru
Kahr, Biladuladuvv, Biladul müşrikin, Ardülharb, Ardülküfr,
Arduşirk, Daruhum olarak da kullanılmıştır.
Bunların hepsi aynı manaya kullanılmıştır. Yani, şeriat ile idare edilmeyen, küfür ahkamı ile idare edilen ve içinde yaşayan müslümanların bir an evvel İslam devletine dönüştürmek ile vazifeli olduğu ülke demektir.
Bundan sebep, bir kişinin "Hayır Türkiye dar'ül harp değildir. Dar'ül cehalettir" demesi ya da "dar'us şirktir." diyerek "Türkiye dar'ül harptir" diyenlere itiraz etmesi, sadece samimiyetsizce bir laf cambazlığıdır.
Dar'us-şirk, Bilad-ı Sirk, Bilad-ı Küfür, Daru
Kahr, Biladuladuvv, Biladul müşrikin, Ardülharb, Ardülküfr,
Arduşirk, Daruhum olarak da kullanılmıştır.
Bunların hepsi aynı manaya kullanılmıştır. Yani, şeriat ile idare edilmeyen, küfür ahkamı ile idare edilen ve içinde yaşayan müslümanların bir an evvel İslam devletine dönüştürmek ile vazifeli olduğu ülke demektir.
Bundan sebep, bir kişinin "Hayır Türkiye dar'ül harp değildir. Dar'ül cehalettir" demesi ya da "dar'us şirktir." diyerek "Türkiye dar'ül harptir" diyenlere itiraz etmesi, sadece samimiyetsizce bir laf cambazlığıdır.
Ülkemiz ve Müslümanların Yaşadığı Diğer Bazı Ülkelerin Durumu
İslam tarihi boyunca halkı ve idarecileri Müslüman olan devletler,
İslam Hukuku yani “şeriat” ile yönetildiği ve aksi hiç vukuu bulmadığı
için ; minarelerinden ezan sesi duyulan her ülke, günümüze de halk
arasında darü’l-islam olarak anılmaktadır. Oysa asıl olan, o ülkede bazı
islam alametlerinin kalıp kalmadığı değil, ülkeden ne oranda müslüman
yaşadığı değil, ülkenin hukuk ve yönetim şeklidir. Dolaylısıyla
günümüzde birçok ülke darü’l-islam niteliğini kaybetmiştir.
İslam hukukuna göre, bir Müslüman, toplumda örnek olacak vatandaştır.
Yaşadığı ülkenin kanunlarına da, İslamî ölçüler içerisinde uymak
zorundadır. Her ne zaman ki beşerî/insanî kanunlar ve şer’î kanunlar
çatışırsa, şeraite uymak önceliklidir.
Mesela darül harpte ya
da darül islamda trafik kurallarına uymak Müslümanlar üzerine farzdır.
Fakat darül harpte miras hukukunda beşerî sistem uygulanamaz. Kezâ nikah
meselesi de büyük zıtlıklar içermektedir. Resmî nikah mahkemede fesh
olunmakla kişi eşinden dinen boşanmış olmaz. Hükümet nikah muamelesi
dinî nikahın yerine geçmediği halde, ülkemizde resmî nikah işleminden
önce İslam’a göre şart olan nikah, suç sayılmaktadır. Misaller
çoğaltılabilir. Vaziyet böyle iken, en meşhur ve bilinen İslam'i emirler
bile yasaklanmış ve İslami yasaklar da serbest bırakılmış iken,
ülkemizin darü’l-islam olamayacağı da açıktır. (Zina, evlilerin zinası,
domuz eti, alkollü içkiler, eşcinsellik, çıplaklık, misyonerlik diye
saymaya başlarsak, asla bir İslam ülkesinde serbest olamayacak yüzlerce
şey ülkemizde serbesttir. Tam tersine olarak asla bir İslam ülkesinde
yasak olamayacak şeyler Türk Ceza Kanunu'nda yasaktır. Mevcut kanunlara
göre Kur'an ayetlerini okumak ve yazmak bile hakaret, vicdani baskı ve
tehdit suçu teşkil etmekte ama sadece şu an için bunlara ceza
verilmemektedir.)
Darü'l-harp olan yani beşerî(İlahi olmayıp
insanların uydurduğu) kanunlar ile yönetilen ülkelerde şer’î kanunların
bir kısmının uygulanmamasına dair Müslümanlara kolaylık sağlanmıştır.Bu
emir ve yasaklar zaten uygulanmak istense dahi, beşerî sistemle
yönetilir iken uygulanamazlar. Bu hüküm, dinin ya da kurallarının
değişmesi değil ; Rabbimizin, İslam Hukuku uygulanmayan yerlerde yaşayan
Müslümanlar için rahmet ve kolaylığıdır. Bizzat Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) sünnet-i seniyyesi ile bu hükümlere delil/kaynak teşkil
etmiştir.
Dar'ül harp bir beldede, İslâm’ın temel yönetimi ile
ilgili hükümlerini uygulatmaya İslâm toplumunun gücü yetmeyeceği için
had cezaları düşer (Kısas hükmü uygulanmaz, zina yapan recm edilmez,
hırsızlık edenin eli kesilmez, iftira atana sopa cezası verilmez v.b.)
ve harbiden(aynı ülkede kendisi ile harp halinde bulunulan ve otoriteyi
ele alma savaşı verilen gayri müslimden), hırsızlık, gasp gibi bir yolla
ele geçirilmemiş olan kumar ve faiz alacakları müslümana mübah olur.
(Dar'ül harpte, harbi hükmünde olan bir gayri müslim kendi rızası ile
faizli alış verişi kabul ederse, müslüman kişiden alacağı parayı daha
sonra faizi ile geri vermeye rıza gösterirse, bu alış veriş müslümana da
caiz olur.)
Faiz Nedir ?
Faiz, ödünç işlemlerinde ve alışverişte karşılığı bulunmayan hakiki veya hükmi fazlalıktır.
Faiz, Arapçada ve İslam Hukukunda “ribâ” kelimesi ile ifade olunur. Ve
"fazlalık . nema, artma. çoğalma; yükseğe çıkma ; serpilip gelişme" gibi
anlamlara gelir.
Fıkıh literatüründe ise ribâ, borç verilen
bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla.
yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade
tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde
alınan fazlalığın adıdır.
Faizle ilgili olarak nüzul sırasına göre Kur'an'da ilk yer alan ayetin meali şöyledir:
“insanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz,
Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekata
gelince, bunu yapanlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır"
(Rûm suresi, ayet:39)
"Faiz yiyenler -kabirlerinden- şeytan
çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden ayılışı gibi kalkacaklardır. Bu hal
onların. 'Alım satım da tıpkı faiz gibidir' demeleri yüzündendir.
Halbuki Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra
kime rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse geçmişte olan
kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize
dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. Allah faizi
tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise
bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden kimseleri sevmez
...
Ey iman edenler! Allah'tan korkun. eğer gerçekten
inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Şayet böyle
yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından açılan savaştan haberiniz olsun.
Ancak tövbe edip vazgeçerseniz ana paranız sizindir. Böylece ne
haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz" (Bakara suresi,
275-279 ayetler).
"Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin; Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz" (Âl-i İmran sr.30).
Faiz meselesinde asıl dikkat çekici nokta ise; faiz denilince maalesef
akla sadece bankalara açılan mevduat hesapları ya da çekilen kredilerin
gelmesidir. Oysa faiz, ödünç vermekte de, rehinde ve alışverişte de
olur. Fıkıh kitaplarında faizin yetmişten fazla çeşidinin olduğu
bildirilmektedir. Bunun için alış veriş ve başka sözleşme yapacak
kimselerin, hangi hallerde faiz olduğunu iyice öğrenmesi gerekir. Bu
bilgileri öğrenmek farz-ı ayndır. Bilmeyen kimse farkında olmadan faiz
alıp verir, böylece büyük günaha girmiş olur. Haram olduğunu bilmediği
için tövbe etmez
Hz. Peygamber esasta borç faiziyle hiçbir
ilgisi olmadığı halde kaliteli bir hurma ile kalitesiz bir hurmayı
kalitesizin miktarını fazla tutarak mübadele eden(değiş-tokuş yapan) bir
sahabiye, "Katladın . riba yaptın" buyurmuştur. (Müslim)
Hayber Gazvesine katılan Ubade bin Sarnit'in rivayet ettiği hadisin meali şöyledir:
"Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday,
arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık tuz, cinsi
cinsine, birbirine eşit ve peşin olarak satılır. Malların sınıfları
değişirse peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın" (Müslim)
Alışveriş faiziyle ilgili hadislerden anlaşıldığına göre aynı cins para
veya malların birbiriyle peşin mübadelesinde(değiş-tokuş yapılması)
bedellerden birindeki fazlalık faizdir; buna fazlalık faizi denir.
Bedellerden birinin parayla alınıp satıldığı durumlar hariç bu malların
birbiriyle vadeli olarak mübadelesinde de ister tek bedel ister iki
bedel de vadeli olsun, yine faiz cereyan eder; cinslerin aynı veya ayrı
miktarların eşit veya farklı olması durumu değiştirmez . Bu faiz türüne
de veresiye faizi adı verilir.
Fazlalık faizi ise, aynı
cinsten iki malın veya paranın peşin mübadelesinde bedellerden birinde
bir fazlalığın bulunması halinde gerçekleşir.
Nicelik olarak
ölçülebilen bu fazlalık mallar arasındaki kalite, ayar veya işçilik
farkından dolayı verilse bile faiz kapsamına girmektedir.
Mesela işlenmiş bir altın, fazla miktarı işçiliğe karşılık tutularak
kendisinden daha ağır bir altınla mübadele edilemez. Çünkü Hz.
Peygamber, içinde altın , gümüş ve cevher bulunan bir gerdanlı¬ğın
tahmini bir para (altın) karşılığında satışına izin vermemiştir.
Gerdanlıktaki altınların çıkarılmasını emretmiş ve altınlar
çıkarıldıktan sonra. "Altını altın karşılığında tartı ile (eşitliğe
riayet ederek) mübadele edin" buyurmuştur. (Müslim)
.
Buna göre
mesela 24 ayar 10 gram altın, 18 ayar 12 gram altınla veya 10 gramlık
bir bilezik, 12 gramlık külçe altınla değiştirilse bu gram farkIarı
fazlalık faizi sayılır.
Fazlalık faizi altın ve gümüşün dışında kalan malların peşin değişiminde de cereyan edebilir.
Nitekim Ebu Said ei-Hudri ve Ebu Hüreyre'den nakledilen bir hadisin meali şöyledir :
"Resülullah bir zatı Hayber'e vali göndermiş, o da kaliteli bir hurma
getirmişti. Resul-i Ekrem Hazretleri ona, 'Hayber'in bütün hurmaları
böyle midir?' diye sordu : O da: “Hayır ya Resülallah! Biz bunun bir
ölçeğini iki ölçeğe. iki ölçeğini üç ölçeğe alıyoruz” cevabını verdi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, 'Öyle yapma; adî hurmayı para ile sat,
sonra bu para ile kaliteli hurma al' buyurdu" (Müslim)
Karşılıklı bedeller eşit tutulmuş olsa bile vade halinde veresiye faizi
doğar. Mesela 10 gr altın, vadeli 10 gr altın veya 750 gr gümüş
karşılığında satılırsa veresiye faizi ortaya çıkar.
5 gr altın ödünç verilip 5gr olarak geri alınır. Fakat 5gr altın, 3 ay sonra 5gr altın ile değiştirilmek üzere verilemez.
İslam'ın izin verdiği vadeli satış türü, bedellerden birinin para olduğu muameledir.
Paralı bir muamelede; ister mal peşin, para vadeli; ister para peşin, mal vadeli olsun, alım satım caizdir.
Dar’ül harpte Faiz
İmâm-ı Âzam Ebü Hanife ve İmam Muhammed'e göre, dar’ül harpte
müslümanla harbî arasında faiz muamelesi caizdir. Aynı şekilde Hanefi
mezhebine göre darül islamda yapıldığında fasid kabul edilen alışveriş
ve ticari muameleler, bu arada kan, domuz ve ölü hayvan eti satmak,
bahis oynamak da darül harpte caizdir. (Bunların da detaylı fetvaları
mevcuttur ve bahis oynayabilmesi için o müslümanın, yüzde yüz kesinlik
ile kazanacağını bilmesi gerekir.)
Ancak bu türlü muamelelerde müslümanın bu işlemlerden kazançlı çıkması şartı vardır.
Dâr'ül-harpde, müslümanın, kâfirlere ödünç vererek, onlardan faiz almasının caiz olduğu bütün kitaplarda yazılıdır.
Dâr'ül-harbde, gayri müslimlerin mallarını faiz, kumar, fâsid bey’ ile
almak helaldir. Bu yollarla müslümanın zarar etmesi ise, helal değildir.
(Redd-ül Muhtar)
İmam-ı a’zam ve imam-ı Muhammed,
“Dâr'ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında(ki muamele) faiz olmaz(faiz
sayılmaz)” buyurdu. (Mültekâ)
Dâr'ül-harbde, bir müslümanın,
kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının
caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr,
Redd-ül-muhtâr) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus
Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de,”Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi
daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur”
hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile
almak mubahtır. Fakat, mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir.
Diyanet Ansiklopedisi’nin faiz maddesinde de böyle yazmaktadır.
Dâr'ül-harbde, kazanmak şartı ile, kazanacağını kesin olarak bildiği
hallerde, bahse girmek, yani bir nevi kumar oynamak da caizdir.
Rum suresinde, “Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki
onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.”
buyrulmaktadır.
Müşriklere göre ise, bu, inanılacak şey değildi. Halbuki Allahü teâlânın vaadi mutlaka gerçekleşecekti.
Hz.Ebû Bekir, sure-i celîlenin inişinden sonra müşriklere, “Bu
galibiyet, sizi sevindirmesin. Birkaç yıl sonra Roma, Farsa(iran'a)
mutlaka galip gelecektir”demişti.
Müşrikler, “Bu birkaç yıl ne
kadar zaman?” diye sordular. “Üç yıl” diye cevap verdi. Übeyy ibn-i
Halef, “Yalan!” diyerek, on deveye Hz.Ebu Bekir ile bahse tutuştu.
Hazret-i Ebu Bekir, durumu Resul-i ekreme haber verdikleri zaman,
Peygamber Efendimiz, “Birkaç yıl, 3-9 yıl arası demektir, deve adedini
çoğalt ve müddeti de uzat.” Buyurdular.
Hz.Ebu Bekir, Übeyy’i arayıp buldu. Übeyy, “Ne o, pişmân mı oldun?” dedi.
Hz.Ebu Bekir, “Hayır pişmân olmadım. Seninle bahsi artıralım. Yüz deve yapalım. Müddeti de dokuz yıla çıkaralım” dedi.
Übeyy, durumdan çok emindi. Romalıların hiçbir vakit, yeniden savaş
edebileceklerine ihtimâl vermediği için, “Peki yüz deve, dokuz yıl
olsun” dedi.
Dokuz yıl sonra, Bedir’de Müslümanlar, müşriklere
Allah’ın yardımı ile gâlip geldikleri sırada, Romalılar da
Farslılarla/İranlılarla, tekrar giriştikleri savaştan muzaffer olarak
çıkmışlardı.
Hz.Ebu Bekir bahsi kazanmıştı. Fakat develerini
bizzat Übeyy’den isteyemedi. Übeyy, Uhud’da yaralanmış ve Mekke’ye
dönüşünde ölmüştü. Develeri Übeyy’in vârislerinden aldı. Bu durum
müşrikleri iyiden iyiye düşündürdü. İçlerinden birçoğu, müslümanlığı
kabul etti. Böylece Kur’an-ı Kerîm’in bir mucizesi daha meydana çıktı.
(Medarik,Tibyan)
Mekke-i Mükerreme, o zaman İslam ülkesi olmadığı ve Hz.Ebu Bekir’in kazanması garanti olduğu için bu bahis işi caiz görülmüştü.
Bunun için İmam-ı a’zâm ile İmam-ı Muhammed’e göre, ribâ ve kumar gibi
şeylere ait fâsid akidler, dâr-ül-harbde, müslümanlar ile kâfirler
arasında caizdir, yapılabilir. (Mülteka)
Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmenin caiz olduğunu gösteren bir misâl daha verelim:
Meşhur bir pehlivan olan Rükâne, koyunlarının üçte birini bahse koyarak
Peygamber efendimize güreş teklifinde bulundu. Resulullah efendimiz,
defalarca Rükâne’yi yenip koyunların tamamını aldı. Sonra da ihsan
ederek hepsini geri verdi. Rükâne müslüman oldu. (Mebsut, Mevahib-i
ledünniyye, Şevahid-ün-nübüvve)
Burada mesele haramın helale
döndürülmesi değil; Müslümanların kalkınmak ve kuvvetlenmek için açık
her kapıdan faydalanmaya çalışılmasıdır. Zorla, kâfir dahi olsa,
kimsenin malına zarar verilemez, el konulamaz, hatta izinsiz zarar
vermeden bile kullanılamaz.
Asıl olan Müslümanın malını ticaret
ile çoğaltmasıdır. Fakat dâr’ül harp olan bir yerde parasını muhafaza
etmek için bankaya yatıran Müslümanlara, “Faizin haram olması sebebiyle
getirisini alamazsınız.” demek de zulümdür. Sermayesi gayr-i Müslimlere
ait bir bankada parayı terk etmek ancak o kafirlerin kalkınmasına yarar.
Üstelik bu hüküm sadece Müslüman ile zımmî yani gayr-i Müslim arasında geçerlidir.
Müslüman,Müslüman kardeşine faiz uygulayamaz. Kendisi de gayr-i Müslime
faiz ödeyemez. Müslüman kardeşine yardımcı olur, kafirin kalkınmasına
yardımcı olamaz.
Dâr'ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtâr) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de,”Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur” hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Fakat, mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir. Diyanet Ansiklopedisi’nin faiz maddesinde de böyle yazmaktadır.
Dar'ül harp olan bir devlette yaşayan müslümanlar da, yenilmesi haram olan şeyleri yiyemezler. Dar'ül İslam'da yenilmesi haram olanlar dar'ül harpte de haram olur. Bir et ürününün helal olup olmaması sadece besmele ile kesilip kesilmemesine bağlı değildir.Beslenme aşamasından, kesim şekline, kesim şartlarına ve ambalajlanma şekline kadar pek çok önemli husus vardır.
Dâr'ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtâr) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de,”Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur” hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Fakat, mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir. Diyanet Ansiklopedisi’nin faiz maddesinde de böyle yazmaktadır.
Dar'ül harp olan bir devlette yaşayan müslümanlar da, yenilmesi haram olan şeyleri yiyemezler. Dar'ül İslam'da yenilmesi haram olanlar dar'ül harpte de haram olur. Bir et ürününün helal olup olmaması sadece besmele ile kesilip kesilmemesine bağlı değildir.Beslenme aşamasından, kesim şekline, kesim şartlarına ve ambalajlanma şekline kadar pek çok önemli husus vardır.
Bulunduğunuz civarda, gerçekten İslami usullere göre üretim yapan bir
firma yoksa, marketlerde gördüğünüz et ürünlerini yiyemezsiniz. İslami
bir firmanın ürününü buldu iseniz ve üzerinde "İslami usullere göre
üretilmiştir." yazıyorsa, yemeniz caiz olur. Yine de gerçek anlamda
islami usullere riayet edilmediği endişesine sahipseniz, yememeniz takva
olur.
Böyle durumlarda balık yemeyi tercih edebilirsiniz. Balık hristiyanlar, Yahudiler, müşrikler hatta tamamen dinsizler tarafından da avlansa, bir müslümanın onu yemesi helal olur. Tertemiz şekilde işlemden geçirilip konserve haline getirilmiş balıklar hem ekonomik hem de daha besleyici ve faydalı olur.
Bu hususlarda zorlanıp helal haram demeden herhangi bir markanın et ürünlerini satın alıp yemek felaketlere sebep olur. Leş hükmüne dönmüş o et ürünlerini yiyenlerin 40 gün boyunca namazı, orucu, duası bile kabul olmaz. İman nuru zayıflar, bedene nefis hakim olur ve haram yedikçe haramiye dönüşür. Kötüye gidişi fark edip kendini toparlamak istediğinde Allah da yardımcı olur ve bol bol bela musibet verir. Malumunuz, haramlardan, isyanlardan kapkara olmuş bir kalbin temizliği de, pas tutmuş bir demirin temizliği gibi ateşle olur. Azapla olur.
Böyle durumlarda balık yemeyi tercih edebilirsiniz. Balık hristiyanlar, Yahudiler, müşrikler hatta tamamen dinsizler tarafından da avlansa, bir müslümanın onu yemesi helal olur. Tertemiz şekilde işlemden geçirilip konserve haline getirilmiş balıklar hem ekonomik hem de daha besleyici ve faydalı olur.
Bu hususlarda zorlanıp helal haram demeden herhangi bir markanın et ürünlerini satın alıp yemek felaketlere sebep olur. Leş hükmüne dönmüş o et ürünlerini yiyenlerin 40 gün boyunca namazı, orucu, duası bile kabul olmaz. İman nuru zayıflar, bedene nefis hakim olur ve haram yedikçe haramiye dönüşür. Kötüye gidişi fark edip kendini toparlamak istediğinde Allah da yardımcı olur ve bol bol bela musibet verir. Malumunuz, haramlardan, isyanlardan kapkara olmuş bir kalbin temizliği de, pas tutmuş bir demirin temizliği gibi ateşle olur. Azapla olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder