"MÜSLÜMANLARIN DA BİR ADASI OLDU..."

Türkiye’deki Müslümanların her şeyi tamamdı; ahlâkları, kul hakkı konusundaki titizlikleri, adaletsizliğe karşı dik duruşları, zalim karşısında eğilmeyen karakterleri, millî dirençleri, dayanışma duyguları, eğitimleri, Kur’an ahkâmı üzerine hayatları tastamamdı!.. Sadece bir eksiklikleri vardı, o da kendilerine özel bir adaydı!..

Müslümanların bu tarihî ihtiyacının giderildiğini reklam panolarına asılan müjdeli bir haberle öğrendik!.. Deniz, kum ve palmiye ağaçlarıyla süslü fotoğrafların altında âdeta asırlardır beklenen spot vardı: “Artık Müslümanların da bir adası oldu!..!

‘Kâbe ayaklarınızın altında’ reklamlı otellerde Umre yapmaktan sıkılan Müslümanlar Maldivler’de yeni bir mekâna kavuştular elhamdülillah!.. Bayanlara erkeklere ayrı ayrı özel plajlar… Tıksırıncaya kadar yiyebilmeniz için yirmi dört saat açık büfeler, animasyonlar, eğlenceler!.. Dünyada Müslümanların çektiği acı, ızdırap ve gerilikten uzak ‘fethedilmiş ada’da on numara ‘sea sand sun’ yani!.. Ayrıca ümmetin problemlerinden dolayı daha ‘dertli’ din kardeşlerimizin rehabilitasyonu için özel villalı plajlar!..

‘Ufo gören masum din kardeşimiz’, “Artık Müslümanların da bir adası oldu” ilânına bakar bakmaz, İslâm ordularının müşriklere ait bir adayı ele geçirdiğini zannedip, şükür secdesine kapanabilir!.. Ya da dindar bir kâşifin Ümit Burnu’nu yeniden dolandıktan sonra hiç kimsenin bilmediği yeni bir ada keşfettiğini ve buraya İslâm’ın bayrağını diktiğini düşünebilir!.. Öyle ya, ne deniyor reklamda, artık bir adamız oldu!.. Daha önce deremiz, yaylamız, dağımız, ovamız, namusumuz, şanımız, şerefimiz, izzetimiz tamdı, bir adamız eksikti!.. Ne mutlu ki, ümmet bugünleri de gördü!..

Kıskançlıktan “Tsunamilere gelesiniz” diye beddua edecek hâlimiz yok… Hangi zengin Müslüman yağdan kat kat olmuş göbeğini nerede bronzlaştıracak, nerede kesintisiz zıkkımlanacak çok önemli değil… Aslında kabul etmeliyiz ki, reklamcılık açısından başarılı bir proje… Hedef kitle iyi tanımlanmış… İçerikten sıyrılmış Müslümanlık ile döneme ait şımarık, küstah, parayı nereye süreceğini bilemeyen, marka tutkunu, gösterişe meraklı, çoğu sonradan görme bir sınıfın varlığı üzerine oturtulmuş akıllıca bir girişim…

Bu reklam şekli ve pazar tanımı bir devri özetliyor aslında… İnsanlar paralarını eğlenirken bile ‘ibadet eder gibi’ ‘harama bulaşmadan’ harcayacaklar!.. Özel okyanus sularında serinleyebilmek için somon balığı gibi binlerce kilometre yol alırken, bir başka kara parçasında bir pirinç tanesi görünce göz kapaklarını zorlukla açan çocuğun dramını ya da diktatörlerin ellerinde bedenleri kan revan olan bebekleri düşünecekler!.. Bu arada kendi hâllerine şükredip İslâmî İslâmî eğlenecekler!..

Alan memnun satan memnunsa liberal ekonominin bir sözü olamaz… Ama lâik de olsa hukukun ve Müslümanların söyleyeceği bir şeyler olmalıydı… Hukuk, dinin reklam malzemesi yapılmasına, hatta o projenin neredeyse ‘ana taşıyıcısı’ olmasına müdahale etmeliydi… Diyanet’e ve müftülüklere bir şey diyemeyiz… Çünkü onlar zaten iradeleri ‘baş’a bağlı, din işlerinden ziyade, o sahada çalışanların ‘özlük haklarını düzenleyen’ işlerle meşguller… Geriye kalıyor ‘Müslüman aydınlar’… Yazık, onlardan da pek ses çıkmadı… ‘Aydın’ rozeti onların çoğu için birer abartma tabii… Siyasetin emrinde olmak, onun politikalarına onay vermek, o doğrultuda kamuoyu oluşturmak ya da taassuba hizmet etmek mesailerinin neredeyse tamamını aldığı için bu açık ‘yozlaşma’yı ve ‘çürüme’yi dert etmiyorlar…

Keşke içlerinden Müslümanların ‘ada’ya değil, ‘adam’a ve ‘âdab’a ihtiyacı var diyenler çok çıksaydı… ‘İyiliği emredip, kötülükten sakındırma’ düsturunu politik kaygılara feda etmeyen, iktidar sahiplerinin ve zenginlerinin ceplerinde gezmeyi ‘aydın’ şahsiyetiyle bağdaştıramayan, kokuşmuşluğa isyan eden, dininin siyasette ve ekonomide aslından sıyrılıp reklam malzemesi yapılmasına karşı şerefiyle dikilen, Katillerin elinde İslâm’ın çocukları kırılırken, kendi çocuklarına haramdan ikbal kuleleri inşa edenleri görünce yazı ve sözleriyle yüzlerine tüküren ‘adamlar’ olsaydı keşke, eğlence adaları yerine!..

Çünkü eksik olan ‘ada’ değil, ‘adam’dı!.. - See more at: http://www.gercekmahmudefendi.blogspot.com.tr/2014/02/muslumanlarin-da-bir-adasi-oldu-jet-fadil-maldivler-ebu-eyyub-el-ensari-house.html#moreTÜRKİYE'DE CUMA NAMAZLARI FARZ DEĞİL.
TÜRKİYE'DE CUMA NAMAZLARI FARZ DEĞİL, darü'l-harb, İslâm, cuma,


- Günümüzde kılınan cuma namazlarını kılmak farz değil. Çünkü cuma namazlarının şartlarından biri hür olmak, özgür olmak ve o şart şu anda Türkiye müslümanlarında yok. Hep izah ettiğim gibi en temel İslami haklarımız bile yasak, en temel islami yasaklar bile serbest. Sualinde de geçtiği gibi hutbeler bile özgür değil. İmamlar hala şeriat diyemiyorlar. Böyle bir özgürlük düşünülemez.
Buna rağmen, idarenin cumaya izin vermesi halinde cuma kılınabilir. Burada günümüz müslüman alimlerinin görüş ayrılığı var;
1- "İzin verildi ise kılalım ve insanlar cumadan cumaya olsun namaz kılsınlar ve müslümanlar cumadan cumaya olsun birlik olsunlar" diyenler.
2- "Siz böyle yapmacık bir izinle, şartları tam olarak yerine gelmeden namazı kılarsanız, kimse bu küfrü yıkalım da bir an önce hakkı ile, şartlarına tam uygun olarak cuma kılalım demez. Gayretten düşülür ve orada küfür hiç yıkılmaz. Cuma namazı bir yerde kılınıyorsa orada müslümanlar hakimdirler demektir. Bu yüzden hiçbir şeyine müslümanca hakim olamadığımız bir devlette, en meşhur islami kaidelerin bile yasak olduğu bir devlette cuma kılmayalım". diyenler.
İkisi de haklı. Ama hangisi daha haklı ve isabetli Allah bilir. Şahsi kanaatim ve cemaatimin kararı, yine de kılınmasından yana. Ama bu, "Türkiye'de cuma namazının şartları oluşuyor ve kılmak farz oluyor." demek anlamına gelmiyor.
işte bu yüzden zühri ahir kılarken doğrudan öğle namazının farzına niyet edebilirsin. Ya da etmesen de zühri ahir diye niyetlensen de, bu durumda da o namaz öğlenin farzına sayılır ve sorun olmaz.
Cuma hutbeleri de cumhuriyet ile beraber zorla değiştirildi. Osmanlı zamanında hutbelerde Türkçe konuşulmazdı. Sadece Arapça olarak hutbe okunur ve bitirilirdi. Türkçe meal bile okunmazdı. Hutbe arapça olmalıdır ve üç kere "elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah" denildiğinde bile hutbe farzı yerine gelmiş olur.

Mehmet Fahri Sertkaya

www.AkademiDergisi.com
www.SpaceExplorer.TV
www.SaglikliYasam.TV


Sosyal Medya

www.Google.com/+MehmetFahriSertkaya
www.Google.com/+SpaceExplorerTV1
www.Google.com/+AkademiDergisi
www.Google.com/+TeknoAkademiTV
www.Google.com/+SaglikliYasamTV